Yaşamları ve Felsefeleri;
Yaşam nedir ? Geceleyin bir ateş
böceğinin saçtığı ışıktır. Kışın
bufalonun soluğudur. Otların arasında
koşan ve günbatımında kaybolan gölgeciktir.
Karaayak 1821-1890
Her şey kutsaldır; her şey büyük
tanrısal tapınağın bir parçasıdır.
Eğer yüreğinden bakarsan, her
yerde güzellik görürsün.
Yalnızca son ağaç kesildikten,
son ırmak zehirlendikten,
son balık yakalandıktan sonra ...
ancak ondan sonra paranın yenemeyeceğini
anlayacaksın.
Cree Kızılderilisi
Şef Joseph
DOĞANIN DİLİ
Yıllardır uygar sözcüğünün, nedense hep Batı sözcüğü ile yan yana olmasına özen gösterilmiştir. Uygar Batı . Doğal olarak bizlerin, uygar sözcüğünden ne anladığımıza bağlı. Çok yönlü bilgilenmiş ve bu bilgilerin özünü kavramaya çalışanlar için uygarlık kavramı çok farklı. Özü yitirme, sevgiye yabancılaşmaya karşın, elde edilen görüntüsel başarıların olumsuz sonuçları, hemen ortaya çıkacak şeyler değildir. Bu gelecek kuşaklara çıkan maddi ve manevi faturalardır. Manevi faturalar, bireysel ve toplumsal çöküntüler sonucu sevgisizliktir. Bunların doğurduğu panik ve bilinçsizlik, maddi yıkımların da hazırlayıcılarıdır.
Bizim kuşak, doğa ile savaş sloganları ile yetiştirildi. Şimdilerde ise Yeşil Barış ( Green Peace ) sloganları yankılanıyor dünyanın her yerinde. Bu gerçeğin ışığında, bize doğayla savaşı öğretenlerden ve bu düşünceyi irdelemeden, akıl yürütmeden, bu savaşımı bir uygarlık ve insanın üstünlüğü, ya da gücü gibi gören anlayıştan utanıyorum. İnsan doğa ile savaş değil, uyum içinde olmasının gereğini ya da kavraması için bilge olmasına gerek yok.
Batının vahşi ya da az gelişmiş diyerek, uygarlık sıfatını yakıştıramadığı bir çok ulusun, doğa ile hatta kendi ile daha bir uyum ve barış içinde olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyoruz. Hatta ilkellik olarak gösterilen doğaya tapış düşüncesinin, bilenler için hiç de öyle basit ve ilkel olmadığını, bir çok anlam içerdiğini yeni yeni kavrıyoruz.
Nezperce
Bilim olarak adlandırılan bilgi dallarının tümünde, bir bağlantılar zinciri görebiliyoruz. Kuantum Fiziği dediğimiz yakın zaman fiziğinde, artık canlı cansız diye bir ayırım söz konusu olamadığı bir gerçek. Tüm evren özde bir uyum ve iletişim içinde ve aynı zamanda devingen. Ve insan bu bütünün bir parçası, efendisi değil.
Yinelersek, sosyal ve bilimsel alanda uygarlık, insanın tüm algıladığı şeylerle bir bütün oluşturduğunu ve bunların birbirleriyle sorumluluk bağları ile bağlı olduklarının bilincidir .
Doğadaki her şey, tıpkı insan beynini oluşturan, milyarlarca nöron ve onları birbirlerine bağlayan sinapslar gibi ilişkidedirler. Bu nedenle dünyamızı devasa bir beyin olarak görebiliriz. Sonuçta, doğaya yaptığımız her olumsuzluk ya da olumluluk, tüm insanları etkileyecektir ve etkilemektedir.
piega tipi çadır
Sanayileşmenin gelişmesi oranında, kırsal kesimin kentlere göçü, bilinçsiz yapılaşma, eğitimsizlik, sosyal olduğu kadar çevre sorunlarının da oluşumuna etken oldu. Bu olumsuzlukları somut olarak yaşamaya başlayınca, işin yaşamsal önemini anladı. Yakın zamana kadar yüzüp balık tuttuğu denizin, fosseptik çukuruna döndüğünü, havanın nefes alınamayacak kadar toz ve dumana büründüğünü, ağaçtan yoksun yerlerin uğradığı erezyonu ve bunun sonucu oluşan sel felaketlerini gören insan, geleceğinin hiç de iyi olmayacağını kavradı.
Sonuçta bizden daha önce sanayileşen Batı bu olumsuzlukları, yetersiz bile olsa, yasalarla önlemeye çalışıyorlar. Buna paralel olarak, sivil toplum örgütleri, halkın bilinçlenmesi için, çevreye zarar veren kişi ya da kuruluşları protesto ve benzer eylemlerle, kamuoyunun dikkatini çekmede çaba harcamaktadırlar
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler de bu olumsuzluktan ders almadıkları için, bunun faturasını daha trajik bir şekilde ödeyeceklerdir. Bu ülkelerden çoğu, gelişmiş ülkelerin çevreye zarar veren sanayi kuruluşlarını ülkelerine kurdurarak, ülke doğasına büyük zarar vermektedirler. Bu yetmiyormuş gibi bazı nükleer artıkları ya buna benzer çöpleri, ülke topraklarına halkın haberi olmadan gömülmesine göz yummaktadır.
Tüm bu olumsuzlukların temelinde yatan neden, Batı ve Ortadoğu topluluklarının, doğaya bakış düşüncesidir. Bu düşünce bu toplulukların inanç ve dinlerindeki, insan - doğa anlayışıdır. İkinci bölümde daha detaylı olarak ele alacağımız bu anlayış, bu toplulukların kutsal kitaplarındaki, insanın dünya ve üzerinde var olan her şeyin EFENDİSİ olma inancından kaynaklanmaktadır.
Yıllar önce çevre ile ilgilenen Kutan Savaşçın kardeşim , bana bir poster vermişti. Arka yüzünde resimler, ön yüzünde de şöyle bir yazı vardı.
Bu konuşma 1854 de Kızılderili şef Seattle tarafından halkının topraklarını satması istenmesi üzerine bir cevap olarak yazılmıştır. Bu konuşma Washington da muhafaza edilmiş ve Amerikan Expo 74 de sunulmuştur.
Son zamanlarda da UNEP tarafından yayınlanıp, çevre üzerine şimdiye kadar en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.
Daha önce, Dee Brownun ünlü Kalbimi Vatanıma Gömün ( Yaralı Diz ) adlı belgesel yapıtını okumuştum. Ve Kızılderililerin Amerikan filmlerinde gösterildiği gibi vahşi olmadıklarını da çok iyi biliyordum. Yaralı Diz daha çok, Kızılderililer ile Amerika yı ele geçiren beyazların, kızılderili topraklarını, para ile, kandırarak , çoğu kez de zorla alış ve çatışmalar belgeselidir.
Alice Cuninngham-zorla hristyanlıştırılmışlardır!
Reis Seattle mektubunda, Kızılderililerin doğa ve insan ilişkilerini şöyle dile getiriyor.
Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderilinin ANASIDIR. Biz bu dünyanın bir parçasıyız. Ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz. Kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye ait.
Dünya beyaz adamın kardeşi değil, ama düşmanıdır ve onu fethettimi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmazlar. Annesi dünyayı ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır. İştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamın şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?
Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam, çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm. Beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Dünya annenizdir, dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz, dünya insana ait değildir, insan dünyanındır. Bunu biliyoruz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlı.
Kızılderili reis Seattleın doğa ve insan bütünlüğünü dile getiren bu uyarıları, tüm dünyada Kızılderilileri daha gerçekçi bir bakış açısıyla inceleme gereğini doğurdu. Bu konuda yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan yapıtlar çoğaldıkça, büyük bir kıtayı kaplayan, bu gün ise belirli rezervasyon bölgelerinde izole edilmiş olan bu topluluklardan, doğa ve insan ilişkileri açısından öğrenecek çok şeyimiz olduğunu görüyoruz.
Yer Yüzüne Dokun adlı yapıtında Mc Luhan Çok iyi anlaşılmıştır ki, şimdi Amerika da yaşayan bizler için tek güzel gelecek, ancak çevremizi yeniden keşfetmek yoluyla gerçekleşecektir. Toprakla ve onun bize verdikleriyle doğru bir ilişki kurmalıyız; aksi takdirde, Kızılderililerin yıkımını doğanın yıkımı, doğanın yıkımını da bizim yıkımımız takip edecek.
Kızılderililer bir bakıma bunu çok önceden biliyorlardı. Yüzyıllarca onların bilgeliğini görmemezlikden geldikten sonra, belki şimdi Kızılderililerden bir şeyler öğrenebiliriz. Gerçeğini dile getirmektedir.
Ayşe Göktürk Tunceroğlu nun 1999 yılında New Jersey de yazdığı, Kızılderili Hikmetleri adlı yapıtın ön sözünde , duygu ve düşüncelerini büyük bir içtenlikle şöyle açıklıyor.
Kızılderililerin cümlelerini okurken bazen kendime sormadan edemem. Acaba kelimeleri yanlış mı tarif ettik. medeniyet kelimesinin manası üzerine yeniden mi düşünmeliyiz? Acaba İlkel Vahşi olanlar onlar değil de, biz beyazlarmıyız?
Atso tohkomi
İlk başta doğa ve doğanın dili konusunda Kızılderililerin temel görüşlerini yadırgayabiliriz. Fakat bu konuda bilgilenip düşünmeye başlayınca, kendi duyarsızlığımızı, sağır ve dilsizliğimizi daha iyi anlayabiliriz.
Ağaçların ve çimenlerin ruhu olduğunu kabul ederiz biz. İyi bir Kızılderili ne zaman onlardan bir kısmını kesecek olsa, çok kederlenir. İhtiyacı nedeniyle onlara kıydığını söyleyerek dua edip af diler diyor bir Kızılderili.
Buna çok daha çarpıcı ve kapsamlı bir örnek de Siyu kabilesi başkanı Ayakta Duran Ayının sözleri.
Nerede kesilip indirilmemiş orman varsa, nerede hayvanlar kuytu köşelerinde dinleniyorsa, nerede dünya dört ayaklılardan yoksun değilse, SOLUK BENİZLİLER oraya ehlileştirilmemiş, yabani arazi diyorlar. Halbuki bize göre yabani, vahşi yer yoktur. Doğa tehlikeli değildir, misafirperverdir; korkutucu değil, arkadaşçadır. Bizim felsefemiz korkudan ve ön yargıdan uzak, sağlıklı bir düşünce sistemidir. Bu noktada Beyazadam ve Kızılderili inançları arasında önemli bir fark buluyorum.
Kızılderili inancı, etrafını çevreleyen her şeyle insanın ahengini gözetir; beyazlar ise çevreye tahakkümü esas almıştır.
Kızılderililer aradıkları her şeyi, paylaşma ve sevgide buldu; ama beyazlar aradıklarını korkarak savaşmada buldular. Bizim için dünya güzellik doluydu. Diğeri için öteki dünyaya gidene kadar, tahammül edilmesi gereken, günah ve çirkinlik dolu bir yerdi.
Ayakta Duran Ayı, şimdilerde Batı toplumunda yeni yeni dile getirilen, pek fazla öze inmemiş HAYVAN HAKLARInı şöyle açıklıyor.
Hayvanların hakları vardır. İnsanlar tarafından korunup kollanma hakkı, yaşam hakkı, çoğalma hakkı, özgürlük hakkı. Bütün bu hakları kabul etmiş olan bizler hayvanları esir etmeyiz. Yiyecek ve içecek olarak ihtiyacımız olanların dışında hepsinin hayatını bağışlarız.
VAKAN TANKA sözcüğü Kızılderili inancında, Yaratıcı Güç, Her Şeyin Kaynağı, Büyük Ruh, anlamına gelir. Siyu kabilesinden Zitkala Sanın Doğanın bahçelerinde, küçük bir çocuk hayreti ile gezinirken, kuşların şakımasında, suların çağıldamasında, çiçeklerin tatlı kokusunda BÜYÜK RUHun fısıltısını duyarım. Siz buna putperestlik mi diyorsunuz? sorusu, bizleri düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmeye yönlendirmelidir.
1871-1967 yıllarında yaşamış Tatanga Mani ya da Yürüyen bufalo, bu konudaki düşünceleri şöyle açıklar Ağaçların konuştuğunu biliyormusunuz? Bu soruya kendisi yanıt verir. ; Evet konuşurlar; kulak verirseniz, sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler. Oysa ben, ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında.
Amerika kıtasından onbinlerce kilometre uzakta yaşayan Avusturalya yerlilerinden Aborijinler de pek farklı düşünmüyorlar. Onlar da doğayla bütünlüklerinin bilincinde ve doğanın dilini biliyorlar. Onlara göre; Önemli olan açık yüreklilikle ve sevgiyle verme anında deneyimlenen duygudur. Ölmekte olan bir bitkiye ya da hayvana su ya da cesaret vermek, aydınlanma yolunda , yaşamı ve bizi Yaratanı tanımak konusunda, susamış bir insan bulup ona su vermek kadar önemli bir adımdır. İnsanoğlu bu varoluş düzeninden ayrılırken HEYACANLARINI AN BE AN NASIL YAŞADIĞININ KAYITLARINI DA YANINDA GÖTÜRÜR
Aborijinler, köklerinden yararlanılan bitkileri yer yüzüne çıkarmadan önce , onların ham mı olgun mu olduklarını anlayabiliyorlar. Ellerini bitkilerin üzerine gezdiriyorlar ve bu daha büyüyor, henüz olmamış, ya da şöyle bir yorumda bulunuyorlar. Evet, bu can vermeye hazır.
Araştırmacı Marlo Morgan bu konudaki deneyimini şöyle açıklıyor. Ben de Evrenden izin aldıktan sonra, elimi bitkilerin üzerinde gezdiriyordum. Olgun bir bitkinin üzerinde elimin ya ayası ısınıyor ya da parmaklarımın uçlarında kıvılcım duyuyordum.
Bu düşünceleri And Dağları Kızılderililerinde de görüyoruz. And Dağları Şamanlarının bilgelik öğretisindeki, usta ile öğrencisi arasında geçen söyleşiden şunları öğreniyoruz.
Koruyucu taşı selamladın mı? Çünkü her şey senin parçan, her şey canlı,İçeri girerken selam verdin mi çiçeklere ? Duydun mu evin önünde öten kuşları ? Teşekkür ettin mi uyandığında, sana armağan olarak verilen yeni güne ? Yoksa teşekkür etmemeyi, kuşun ötüşünü duymamayı, çiçekleri görmemeyi mi yeğledin.
Usta, öğrencisine şu uyarılarda bulunur. Toprakla karşılıklı konuşup onu sevmeliyiz. Kimi yerli çitçiler, ekin ekerken, kızgın ya da üzgün olan birinin tarlaya girmesine izin vermezler. Böyle biri toprağı çürütür derler. Bu çiftçiler tarlayı ekmeden önce, çocukları getirip orada oyun oynatırlar; çünkü masumluk güçlü bir erktir, arılık ise değerli bir gübre.
Her şeyle konuş, çünkü her şeyin canı vardır; her şeyde bir ağabeyi bir kardeş bul. Her şey BİRdir, her şey canlıdır.
Bir Kuzey Amerika Kızılderilisi olan Tatanga Mani, yaşam öyküsünde, Beyaz Adamın yanında gördüğü eğitimin izlenimlerini şöyle anlatıyor.
Uygar insanlar, insan yapımı basılı sayfalara çok fazla bağlılar. Ben Yüce Ruhun kitabına, yani onun yarattığı her şeye bakıyorum. Eğer doğayı tanımaya çalışırsanız, o kitabın büyük bir kısmını okuyabilirsiniz. Biliyorsunuz eğer kitaplarınızın hepsini alıp güneşin altına serer, onları bir süre için kar, yağmur ve böceklere bırakırsanız, geriye hiç bir şek kalmayacaktır. Oysa Yüce Ruh size ve bize doğa okulunda ormanları, ırmakları, dağları ve bizi de içine alan hayvanları araştırma olanağı verir.
Kızılderili anlayışında ahlak, yalnızca insanın başka insanlara, topluma ve tanrıya karşı olan davranışları ile ilgili değildir. Ahlak, kesinlikle insanın hayvanlara, bitkilere ve doğanın diğer görüntülerine karşı olan davranışlarını da içerir.
Anne ve çocuğu
Şamanist bir animizm içeren doğadaki tüm varlıkların ilişki ve özdeşliği olgusunun, Orta Asya, Amerika ve Avusturalya halklarının temel düşüncelerini oluşturduklarını görüyoruz. Binlerce yıldır bu düşünce ve kavramlardan uzaklaşan Ortadoğu ve Batı Avrupa halkları, günümüzde bu doğal gerçeği anlamakta güçlük çekmektedirler.
Batı ve Ortadoğuda , doğayı algılama ve kavramayı,onunla bütünlük bilincini duyumsamayı, ancak sınırlı sayıda aydın ve araştırmacıda görebiliyoruz. Bu araştırmacılardan Peter Topkins ve Cristoper Bird ün; Bitkilerin Gizli Yaşamı adlı yapıtın can alıcı noktalarını aktarmak konumuza ışık tutacaktır. Bitkilerin dünyasının özelliklerini kısa başlıklarla özetlerken, onların en az bizler kadar, hatta bizlerden çok daha ileri, duyuş, görüş ve hissediş özellikleri olduğunu görmekteyiz.
Bu yazılar bir alıntıdır.
Man-Hot-Tan
Avrupalılar Amerika'ya ayak basmıştır.
Kızılderililerle tanışırlar ve ticaret yapmak istediklerini bildirirler.
Kızılderililer ticaret denen şeyi bilmemektedir. Avrupalılar yol gösterir:
"Biz size değerli eşyalar vereceğiz, buna karşılık siz
de bize kendi değerli eşyalarınızı vereceksiniz. Böylece sizin
daha önce hayatınızda hiç görmediğiniz eşyalarınız olacak, biz
de evimize sizden aldığımız değerli eşyaları götüreceğiz ."
Beyazlar kıyıdaki küçük ada üzerinde bir pazar yeri açarlar ve
Kızılderilileri beklemeye başlarlar. Avladıkları hayvan postlarını getiren Kızılderililer karşılığında ayna, tarak gibi beyazların getirdiği gerçekten de daha önce hiç görmedikleri eşyalara sahip olmaktadırlar. Derken iki sarhoş beyaz pazar yerine gelen bir
Kızılderiliyi öldürür. Ve mallarına el koyarlar. Kızılderililer şaşırır.
"Sizler neden arkadaşımızı öldürdünüz? Buna gerek yoktu ki!.. O
zaten elindeki eşyaları sizlere vermeye gelmişti..."
Gerçekten de böyle bir ticareti anlayamazlar. Pazar
yeri lanetlenir..
Bu olaydan sonra hiç bir Kızılderili buraya gelmez ve bu bölgeye "iki büyük sarhoş adam" adı verilir. Yani Kızılderili dilinde "Man-hot-tan".
Derken bu bölge NewYork ve Amerikan ticaretinin
merkezi olur, ve iki koca gökdelen dikilir... İkiz Kuleler..
Ulu Manitu
İş için gittiğim Amerika'nın New York eyaletinin metro istasyonuna doğru merdivenlerden iniyordum.. Merdivenlerden indikçe sağdan soldan, duvarların arkasından ve merdivenin altından kızılderililer çıkmaya başladı. Her biri ellerindeki farklı müzik aletlerini çalmaya başladılar. Adeta büyülenmiştim.. Çünkü o farklı müzik aletlerinden o kadar güzel bir müzik ortaya çıkıyordu ki çok beğenmiştim. Merdivenlerden inip çalmış oldukları müzikleri dinlemeye başladım. Müzikleri bitince elinde bir çanta dolusu cd olan minik kızılderili yanıma yaklaştı ve çantayı açtı. O an anladım ki kızılderililer bu şekilde müzikleri tanıtıp çalmış oldukları müziklerin cdlerini satarak para kazanıyorlardı. Minik Kızılderiliye cdlerin fiyatını sorduğumda eli ile 2$ diye işaret etti. Cebimde de sadece 2 $ kalmıştı ve ben çok açtım. Amerika'nın meşhur yemeği hotdog u yemek için sabırsızlanıyordum. Fakat bu müzik beni büyülemişti. Belki de bu kişiler tekrar karşıma çıkmayacak ve bu müzikleri alma imkanım olmayacaktı. Sonra birden biz türklerin her alışverişte yaptığı pazarlık aklıma geldi ve heyecanla sordum;
- 1$'a olmaz mı ?
Kızılderili başını iki yana hayır der gibi sallayarak olmaz demişti.
- Peki Neden ? dediğimde ise;
İşaret parmağı ile gökyüzünü göstererek büyük patron kızar dedi.
Eli ile işaret ettiği yöne doğru baktım. Metronun havalandırmasından bir gökdelenin tepesi gözüküyordu. Belli ki patronun ofisi oradaydı. Patronun yanına çıkıp 2$'lık cdleri 1$'a verebilir misiniz diyecek halim olmadığından küçük kızılderiliye aç olduğumu ve cdlere sadece 1$ verebileceğimi kalan 1$ ile de hotdog yiyeceğimi ifade ettim. Fakat küçük kızılderili yine başını iki yana salladı ve işaret parmağı ile gökdelenin tepesini göstererek Büyük Patron kızar dedi. Üzülmüştüm.. ya bu cd'den ya da hotdog'dan vazgeçecektim. Üzüldüğümü anlayan müzik çalan kızılderililerden biri ile birşeyler konuşmuş ve daha sonra cdlerden birini bana uzatmıştı. Sayesinde cdyi 1$'a almış ve metroya binmiştim.
Metro ile ilerlerken birden gök gürledi. O an herşeyi anlamıştım. Minik kızılderilinin işaret parmağı ile işaret ettiği yer gökdelenin tepesi değil gökyüzüydü.
Büyük Patron'un kim olduğunu anlamıştım. Ona Ulu Manitu diyorlardı ve kızmıştı..
|